Bağımlılık… Sadece Maddeye mi?
Bağımlılığın tanımı için sözlüklere baktığımızda:
Bağımlı olma durumu, tabiiyet. (Güncel Türkçe Sözlük)
Karşılaşılan sorunları yalnız başına çözmek ve kendine yön seçmek için gerekli yetenekten yoksun olma durumu. 2. Ekonomik ve ruhsal desteğe gereksinme duyma. 3. Kendi kendine yetmezlik. (Eğitim Terimleri Sözlüğü)
Bir başka şeyle koşullu olma, bir başka şeye bağlı olma durumu. (Felsefe Terimleri Sözlüğü)
Psikotrop bir maddeyle merkezî sinir sistemi arasındaki etkileşmeden doğan ve maddenin keyif artırıcı psişik etkilerini duyumsamak ve bazen de yokluğunun vereceği huzursuzluktan sakınmak için maddeyi devamlı veya periyodik olarak alma isteği (Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğü)
Kişinin gereksinme ve isteklerini karşılamakta yetersiz oluşu, karar verme ve işlerini başarmada başkalarından yardım istemesi durumu. (Ruhbilim Terimleri Sözlüğü) Gibi tanımlar karşımıza çıkmaktadır.
altBağımlılık anlamı bakımından oldukça geniş bir kavramdır. Genel anlamı ile bağımlılık bir nesneye, kişiye, ya da bir varlığa duyulan önlenemez istek veya bir başka iradenin güdümü altına girme durumu olarak tanımlanabilir ve insan mental aktivitesi ile ilişkili patolojik bir davranışı yansıtır. Ruhsal ve bedensel sağlıklarına ya da sosyal yaşamlarına zarar vermesine karşın, insanların belirli bir takıntılı durumu yinelemeye yönelik engellenemeyen bir istek duymaları ve bunu sürdürmeleri halidir. Bağımlılık dediğimiz zaman aklımıza ilk önce ilaç tanımına da uyan bazı kimyasal veya bitkisel maddelere duyulan bağımlılık gelir. Zararlı sonuçları gözetmeksizin kontrolsüz bir ısrarla yapılan şeylere genel olarak bağımlılık denir.
Ben bağımlılık konusunda uzman birisi değilim. Ancak; gençlerin bağımlı hale nasıl geldikleri, bunların altında yatan nedenleri ve gençlerin bu batağa sürüklenmemeleri için neler yapabileceğimizi (bireysel, toplumsal ve kurumsal) eğitim ve aile penceresinden bakarak tartışmak istiyorum.
Bağımlılık bizde; birçok konu gibi (Trafik, iş kazaları, kadın ölümleri, yabancı dil öğrenimi vb.) çok konuşulan fakat anlaşılması adına, çözüm adına çok şeylerin yapılamadığı veya yapılanların da halkın gündemine giremediği, halkımızın anlama seviyesine de indiremediğimiz bir kavram olarak düşünüyorum. Zaten biz toplum olarak nasıl söylenmeyi, söylemenin önüne geçirmişsek, anlamadığımız, vâkıf olmadığımız, kısacası bilgi sahibi olmadığımız birçok konuda da konuşmayı kendimizde bir hak olarak görmekteyiz. Sanki şifahi kültür ve bilgilenme, akademik ve kitabi bilgilenmenin önüne geçmiş gibi oluyor. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunca, uzmanlara da anlatacak çok bir şey kalmıyor!..
Bağımlılık ile ilgili bir araştırma ve inceleme yaptığımızda, konunun uzmanları veya bağımlılık konusunda uzmanlaşmaya çalışanların konuyla alakalı birçok çalışma (kamu ve özel) yaptığını görebiliyoruz. Bağımlılıkla ilgili; sağlık, emniyet, adli tıp, üniversite, milli eğitim, gibi kurumlarımızın yanında, birçok vakıf, dernek ve sivil toplum kuruluşlarımızın da çalışmalar yaptığını görebiliyoruz. alt Yazılı ve görsel basının yanında, sosyal medyada da bağımlılıkla alakalı yaşanılanlar, alınan önlemler ve uygulamalar sürekli gündem yapılmaktadır. Hatta bazı basın yayın organları, bağımlılığa sebep olan birçok şeyin de neredeyse reklamını yapacak düzeyde haber yapmaktadır. Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla; bağımlılıkla ilgili bütün bu yapılanlar, bağımlılığın ortaya çıkan sonuçları üzerinden yapılmaya çalışılıyor. Babam her zaman diyor; “Oğlum, araba devrilince akıl veren çok olur ”diye. Sadece sonuçları göz önüne alırsak; bağımlılıkların çıkış noktalarını ve bağımlılığın oluşma süreçlerini ve bunların altında yatan sebepleri de hiçbir zaman anlama ve çözüm üretme şansımız olmayacak demektir. Bir maçta gol yiyen bir takım, sadece gölü görür ve sadece golü konuşursa, onları gol yemeye götüren yanlışlıkları ve hataları göremez ve ikinci mağlubiyetinde kapısını aralamış olur. Hiçbir iyilik de, hiçbir kötülük de bir anda oluşmaz. Her ikisi de zaman içerisinde, damla damla oluşur. Bağımlılıkla ilgili sonuçları değil de ortaya çıkma sebeplerini konuşacaksak; özellikle ve öncelikle aileye, aile ilişkilerine, anne-baba ve çocuk ilişkilerini sil baştan tekrar gözden geçirmeliyiz. Çocuğun ilkokulu ailesi, ilk öğretmenleri de anne ve babasıdır. Çocuklar, ailelerinden aldıkları veya alamadıkları ile okul öncesi veya ilköğretime başlamaktadırlar. Okulluğunu yapamamış bir aile, öğretmenliğini de becerememiş bir anne baba çocuğunu hangi özel okula gönderse de, bu çocuklar hayata eksik başlayacaklardır. Herhangi bir maddeye bağımlı olmuş bir birey, bağımlı olması gereken; sevgi, ilgi, alaka, saygı, güven, değer görme, dinlenilme, zaman ayrılma vb. konularla bağ ve bağlantı kuramayınca, bu değer ve kavramlarla bağlantı kuracağı imkân ve ortam oluşturulamayınca, zaman içerisinde bu açığı madde ve diğer bağımlılıklarla kapatmaya çalışmaktadır. Bütün bu yaşanılanlar, birlikte değerlendirildiğinde Bağımlılık; insanın yüreğinde yer bulması gereken değer, ilgi ve yaklaşımların, insan yüreğine ulaşamaması, bunun sonucunda da ortaya çıkan bu boşluğun, yanlış şeylerle doldurulmasıdır.
İşkolik babalar ve anneler, çok meşguller. Esnaf da çok yoğun(!) çalışıyor. Saat 22-23’lere kadar açık dükkânlar… Bu meşguliyetin ve yoğunluğun sebebini sorduğumuzda da, cevap hep aynı; “çocuklar” için…alt Anne ve babaların sorumluluklarını unutturacak bu meşguliyet ve yoğunlukların sebebi ne olursa olsun, bu sebepler hiçbir şekilde bir mazeret olarak kabul edilemez. Anne babalar, “önemli ve öncelikli” iş ve sorumluluk alanlarını acilen belirlemek zorundadırlar. Çocuğu yok sayarak, onun anne ve babası ile birlikte geçireceği zamanı çalarak “çocuk” için çalıştığını söylemek, çok akıl karı bir iş değil… İşte bağımlılığın temelinde yatanda, anne ve babaların evlatlarına; sevgi, muhabbet ve ilgi göstererek, çocuklarına nitelikli zamanlar ayırarak yapması gerekenleri, anne babaların da kendi içlerindeki yanlış “bağımlılıkları”, (iş, sosyal hayat, ehli keyiflik, arkadaşlar, iş çevresi vb.) çocukların bağımlılıklarının çıkış noktalarını oluşturmaktadır. Okullarımızda çocukları değil, müfredatı öncelemektedir. Okullar ve öğretmenlerimiz de çocukların onların anlatacaklarından çok daha önemli olduklarını bir an önce anlamak zorundadırlar. Değer bulamayan ve normal halleriyle dikkat çekemeyen çocuklar da, farklı olmak ve dikkat çekmek adına yanlışa veya yanlışlıklara doğru yelken açıyorlar. Anne, babaların ve eğitimcilerin sadece fiziki yakınlıkları bir çocuk için yetmez. Duygusal yakınlık ve duygu ortaklığı da olmalıdır. Aynı dili değil de, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. Bu sebeple hem anne babalar hem eğitimciler, çocuklarla aralarına duygusal duvarlar örmemeli (duvarlar değil, köprüler kurmalıyız) ve her zaman ve şartta da ulaşılabilir olmalıdırlar. Çocukların talep ve problemlerine makul çözümler bulmalı, yol değil, yollar göstermelidirler.
Gelinen noktada, madde bağımlılığından önce; keyif bağımlılığı, bana neci olma bağımlılığı, bahaneci olma bağımlılığı, teknoloji (İnternet, cep telefonu, sosyal medya, televizyon vb.) bağımlılığı, bencillik ve ego bağımlılığı, yeme içme bağımlılığının toplumumuzun gündemine girmesi gerekiyor. Acaba “bağımlılık kavramı” giderek neden çeşitleniyor? Bu yeni bağımlılık alanları aslında, yıllardır konuştuğumuz “madde bağımlılığının” ivmesini artıran ve derinleştiren, görünmeyen veya fark edilemeyen toplumsal bağımlılıklarımızdır.
Sonuç olarak madde bağımlılığını; yalnızca konuşarak, programlar yaparak, milli eğitim müfredatına koyarak çözemeyeceğimizi, madde bağımlılığını doğuran sebepleri iyi tahlil etmemiz gerektiğini, madde bağımlılığının sonuçlarını değil, bu bağımlılıkları ortaya çıkaran sebepleri ve bu süreci oluşturan, yürüten ve yöneten paydaşların neler olduğunun doğru olarak tespit etmek zorundayız. Bağımlılıkla ilgili kalıcı çözümleri de ancak, bu mücadele ve duyarlılığı toplumun her kesimine ulaştırarak gerçekleştirebileceğimizi de unutmamamız gerekmektedir. Toplumun yapı taşı olan aileye her günkünden daha fazla sahip çıkılmalı, dağılan her ailenin ve her boşanma davasının “madde bağımlılığı” nın değirmenine su taşıdığını da unutmamamız gerekmektedir. Pazar gününden pazar gününe aile fertlerinin birbirlerinin yüzünü gördüğü bir hayatta, bu işlerin çok kolay olmayacağını da unutmamamız gerekiyor. Bizler seferden sorumluyuz, zaferden değil. Her bir fert elinden geleni yapmakla mükelleftir. Mücadeleye, iyi olmaya, iyilerin ve iyiliklerin sayısını artırmaya devam edeceğiz. Şu sözlerle yazımızı tamamlayalım:
“Başarılı bir hayat, keman çalmaya benzer. Her gün düzenli olarak üzerinde çalışmak gerekir. “
“Aptallığın en açık kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp, değişik sonuç almayı beklemektir.”
“Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir.”
“Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder de kimse, kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez.”
Selam ve dua ile…
Fahri SEVİMLİ
Faydalanılan Kaynaklar:
www.tdk.gov.tr/
www.yesilay.org.tr
http://www.moraterapi.com.tr
Yorum gönder